EMPATİ, PİYASA VE DEPREM

 6 Şubat ve sonrasında meydana gelen depremler, bölge insanın yaşamsal bütünlüğünü neredeyse yok etti. Yaşamını, işini, barınabileceği ve beslenebileceği asgari koşulları kaybeden insan manzaraları bakalım ülkenin geri kalanında nasıl bir hafıza / bilinç birikimi yaratacak? 
Hele “sosyal medya dışarıdancılığı” da diyebileceğimiz yaygın davranış, hafıza ve bilinç kayıtlarını sanal alanlara gömerken bu sorumuzun “trajik yoksunluk” şeklinde karşılanması beklenmelidir. 
Neden? 
 Öncelikle şu duruma dikkat çekmek gerekiyor; empati kavramı bugün, daha çok büyük sermaye kuruluşlarının pazarlama ve satış süreçlerinin kesintiye uğramaması için kullandığı temel bir girdi durumundadır. Tabii amaç kesintisiz pazarlama ve satış olunca kavramla ilgili insan yaşamına dönük herhangi bir etkiden söz etmek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla burada insandan-insana iletişimin yerini satış temsilcisi – müşteri ilişki deneyiminden ibaret -tamamlayıcı- teknik bir uzmanlaşma söz konusudur. 
 Hal böyleyken enkaz altında kalan şehirlere dönük insani yardım zincirlerinin biz ne dersek diyelim, sözü edilen piyasa ilişkilerinden sıyrılabildiği ölçüde “insani” olduğunu tespit etmek gerekir. 
 Mesela bölgeye neredeyse her şehirden gıda, giyim, hijyen malzemeleri gönderildi. Gönderilmeye de devam ediyor. Bir yandan da deprem bölgesi civarındaki şehirlerden başlayarak ev kiraları iki veya üçe katlanmış durumda. İki uçlu bu çelişki aynı toplumsal ve ahlaki iklimde tamamen piyasa kurallarına göre işlemektedir. 
 Arz ve talep ilişkisi, fiyat döngüsünü üretirken depremin şiddeti ve yarattığı yıkıma-en ufak bir utanma ve sıkılma olmaksızın- yaslanabilmektedir. Liberal iktisatçıların babası Adam Smith’in, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” serbestliğini temel alan “hür teşebbüs” sisteminde  Kızılay’ın çadır satışları bu çerçevede mübahtır. Emlak piyasası da bu ilişkiden muaf olmayacaktır. 
 Büyük felaketlerin henüz yaşanmadığı koşullarda bile tarihsel hafızayı canlı tutacak toplumsal örgütlenmelerin her daim ihtiyaç olduğu gerçeğini de en çok bu dönem deneyimledik. Zira ülkenin neredeyse her yanı deprem kuşaklarıyla sarılmış durumdadır. Bu gerçeklik yerkürenin oluşumuyla ilgili olsa da asıl sorun bizim bu gerçeklikle olan ilişki biçimimizdir.
Mevcut AKP iktidarının en belirgin yüzü olan “beşli çete” diye bilinen sermaye gruplarının her birinin inşaat şirketi olması gibi veriyi nasıl değerlendirelim?
 Sonuç olarak; depremin yarattığı yok edici yıkım, insanları ülkenin dört bir yanına savururken yaşanan trajedinin piyasanın işleyişinde fırsata dönüşmesini şu veya bu türden bir ahlakçılık değil emekçilerin dayanışması, tarihsel bilgi ve görgüsü durdurabilir.