ANTAKYA'DAN KISA MEKTUP

Bir akşamüstü geldik Eskişehir'e. Epey zorlu bir yolculuktu. Zira Toros dağlarını aşıp İç Anadolu
düzlüklerinde yol almak, alışılamamış kuş türleriyle buluşmak bir başlangıç gibi görünse de; Nazım
Hikmet'in, Enver Gökçe'nin sürgün yılları ömürden ömüre uzamış, bizi de içine almış gibiydi.
"Gurbete gidişimdi / Goncagül derişimdi.." (geleneksel)
Antakya'dan çıkmadık aslında. Olmayan kentten çıkmak mümkün değil çünkü. Dönmekse hiç!
Sabaha karşı bile değildik. Haftanın ilk gününe hazır mıydık?

Fotoğraf: Önder Karataş

"Belki daha uykunuz da vardı / Geceniz Geliyor aklıma..." (Melih Cevdet Antay / Anı)
Modern çağın bilinen en büyük felaketi de denilen bu depremin iştirakı olan merkezi ve yerel
iktidarların payını hesaplamak muhasebenin değil, "kıtab-ı kapital" yazarının aklının alanına girer. Bu
gerçeklik geldiğimiz kentin siyasal ve kültürel pratik birikiminde kendine muahakkak bir yer edinir.
Biz ne dersek diyelim sosyalist bilgi birikimi, bir depremi ölümcül olmaktan çıkarmasa bile bir
felaketin şiddetini "en az ölümcül" bir köşeye itebilir. Zira deneyimlenmiş sosyalist bilgi birikimi, yığma
beton iktidarıının olamayan estetiği ile zıtlaşır.
Gezi eylemlerini düşünelim. Üç beş ağaç veya ufak tefek bir park. Nerdeyse üst üste binen
binalarda yaşayan insanların toplanma alanı. Gezi'den öğrendiğimiz temel kavramlardan biri de
"meşruiyet" olsa gerek. O toplanma alanında epey emekçi halk bireyi şu veya bu aidiyetiyle mevzi tuttu.
Bir park imgesi üzerinden bütün bir memleket savunusu yaptı. Bu savunu halen belleğimizi dürten
halkalarla devam ediyor.
"Hiçkimseye ayanada göründüğümüz gibi görünmeyiz çünkü aynadaki imge bir başkasına
bakmayan, bir başkasının bakışını öngörmek ve yanıtlamak durmunda olamayan bir insan imgesidir."
(Mihail Bahtin)
Başka bir kente giden insan kanlı canlı bir imgedir. Bu imgenin farkına varmak kitabi olmak
zorunda olmayan sezgilerle kollektif bir bilince dönüşür. Biz bu bilince geniş coğrafyalar adına
enternasyonalizm diyebiliyoruz. Mikro alanlar arasındaki insan akışı içinse daha dönemsel adlar
bulabiliyoruz. Teorik açıdan düğümü bağlarken emek / kapital ekseni dışında bir kavram üretimi , gerek
mikro gerekse makro alanlarda muğlak ve bağlamsız bir karmaşaya yol açar.
Oysa bizim yaşamı yalınlama zorunluluğumuz (zor da osa) sırtımızdaki küfenin temel ağırlığını
oluşturuyor. Taşıdığımız yükün bilinci ise asıl ağırlıktır.
"Antakya, sırtımdaki küfeden düşen elma..." (Şiir)