ANTAKYA… BEYRUT, YAHUT BAĞDAT!

 

“Antakya kapılarında / iflah olmam gayrı / Antikus / Dönemeyecek bu kente bir daha /
Gladyatörler / Ayaklanmayacak / Sen gelme istersen hayır gelme / Bekleme beni kaçaklığın sancılı
durağında / ben durağan değilim hiçbir yerde” (1)

Babil, yıkıldıktan sonra bir daha kurulmadı Zira Babil şehrini yeniden kuracak gerçeklik kendini
tekrar edemezdi. Mezopotamya kendine Babil yerine Bağdat’ı edindi.
Doksanlı yılların başlarında “canlı yayınlanan ilk savaş” Saddam Hüseyin iktidarına karşıdır.
Savaşın komuta merkezi de Pentagon’dur. Seksenli yılları bilenler hatırlar; İran’a karşı yürütülen ABD
destekli savaşın karargâhı ise Saddam Hüseyin iktidarının Ortadoğu’ya özgü saraylarıdır.
Beyrut, şiire benzese de “dili olsa da söylese” dedikleri bir şehir. Neşesini satan aristokratlar
günübirlik tezgah kurgusuyla arka mahallelerde kıvranan yoksulluğu perdeler.
Yıkım, Ortadoğu’da türemiş bir kavram gibidir. Yıkan da yıkılan da belirgindir. Adonis der ki;
“ateşle su arasında diyalog olmaz
eriyene kadar kucaklaşır onlar.” (Çeviri Hakkı Suçin)
Suyun topraktan ayrıştığı bir yıkım yaşandı Antakya’da. Bu ayrışma uzun sürecek gibi de
görünüyor.
İnsan yüzlerinin neşeden ayrışması da var işin içinde.
Neşenin edinildiği şehir yıkılınca neşe de yıkılır.
Sanat tarihçisi arkadaş Ender Özbay, çocukluğunu bir kitap ciltçisi yardımıyla anımsıyor.
Antakya’nın kitap ciltleyen son bireyi bir çocuğun bilgiye dokunuşunu estetik bir biçime sığdırıyor.
Köprüde “bir kerre bile” tonunu kaybetmeyen kör adam saz çalar. Pir Sultan Abdal bağdaş kurmuş
gibidir Asi Nehri’inin oralarda.
Sahaflar çay da ikram eder. Şehre gelen şairler ellerini saklayacak yer arar.
Yol kenarlarında tandırlar. Ateş ve dumanın soldurduğu yüzler çivit bir gülüşü sürdürür. Sıcak
ekmek güven verir. Ateşi harlayan değnek… Yanar!
Asri çam ağaçları, doğum sancıları, yarı Arapça, yarı Türkçe konuşmalar. Kimse bilmiyor, hangi
dilin nerede bitip başladığını.
“ Kudama / Aha bu kudama / Bu kırık kudama / Elmalı şekerin yanındaki / Şekerli kudama /
Yer misin / Ben mahalle bakkalıyım / Namıdiğerim köşe hırsızı / Beşin iki buçuğu cebime / Soygunun
azı / Ben mahalle bakkalıyım / Verdikleriniz alırım / O büyük kentin kapitalisti / Vermediklerinizi”(2)

Memleketin şehir sayısı azaldı.
Oysa verilmeyecek bir kentti Antakya.
Şimdi hafriyat şirketlerinin insafında ve karında bir gelir kalemidir!

Önder Karataş

1- Süleyman Okay, Şakayık Sayfa 66
2- Süleyman Okay, Sevda Tutuklanamaz / Kudama (Leblebi) Sayfa 49